Tutunamayanlar

       Önceki akşam, yatağımın üzerinde bağdaş kurup, aynı gün aldığım birkaç kitabın fiyat kupürlerini sökerken buldum kendimi. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar tarifine uygun düştüğümü hissetmeye başladım sonra… Çünkü o ana kadar ne yaptığımın, neden bu kadar küçük bir işi, bu kadar zahmete gark ettiğimi düşünmemiştim. Uğraşıyor, didiniyor ama bir türlü düzgün bir şekilde birkaç etiketi yerinden söküp atamıyordum; parmaklarım zayıf ve tırnaklarım kısaydı belki de. –Tırnaklarım kesinlikle kısaydı ama parmaklarımın zayıflığını, etiketlerin bir ucundan yakalayıp devamını getiremeyişimden dolayı düşündüm- …
Etrafımı küçük kâğıt parçacıkları sardı sonra. Büyük bir işle uğraşıyor olsaydım, çamura saplanır olacaktım o an. Yarım bırakamazdım yinede bu işi. Bir kitabın sırtında, ona verdiğim bedelin sayısal tarifini görmeye dayanamadığım gibi; yarım bırakılmış bir uğraşın çirkinliğini de taşıtamazdım kimseye. Tekrardan elden geçirdim. Tırnaklarımın kısalığından dolayı; kitabın yüzeyinin parmağımla olan açısını daha da azaltıp ileri geri yontmaya başladım bu sefer. Arada parmağımın ters yüzündeki et kısmını tükürüğümle ıslatıp kâğıt yüzeyini ovalıyorum, sonrasında tekrardan yontma durumunu aldırıyordum. Biraz uğraştıktan sonra, azda olsa kitabın zemin kayganlığının yardımıyla sona erdirdim işimi. İçimi bir zafer duygusu kapladı ansızın…
Basit ve dişe dokunur olmaya bilir sizler için, ama bu benim en tabi hakkımdır. İster dünyayı kurtarma telaşına girin, ister benim yaptığım gibi bir kitabın arkasındaki fiyat kupürüyle amansız savaşa! Sonucu istediğiniz gibiyse, bu hakkı bir şekilde yaşatıyor insan kendisine…
Sonuca varmanın, “tutunan” olma çabasının hüzünlü telaşı aslında her şey ve keyiflendiriyor, bedensel tüm arzuları; zaferler!
Bu keyfe bir ikram sunmalıydım, bir mükâfatla onurlandırmalıydım kendimi. Karşıma, sevgilimin siluetini kendim gibi bağdaş kondurdum ve odamın duvarlarına hafif ve kırılgan bir melodi sesi… Kitap aralarındaki mısraları kısık bir sesle mırıldana mırıldana okudum gökyüzüne… Kaburgalarının sayımını tutturanlardan, maviliğin intiharlarına sürüklendim bir bir. Çürümüş su yüzleri ve Bachmann hüzünlerine eşlik eden, Berlin duvarının doğumundan önceki ağıtlarla birlikte…
Ardından, dünyalık olan her başlangıç gibi; buda bitti…
***
Sonrasında bilgisayarımın başına geçip akşam vakti haberleri kolaçan edeyim dedim. Ve havada uçuşan havan toplarıyla, yerlerde yatan insanlarla karşılaştım; toprağın, hüzün damlacıkları olan kanları emdiğini… Birkaç yüz kişi ölmüştü Gazze’de, birkaç yüz kişi yaralı. Bir o kadarı yetim ve bir o kadarı da öksüz… 
Ben bir kâğıt parçası karşısında tutunabilme gayretinin zaferini tadarken, Gazze’de, havan topları, bir odanın tavanındaki sıvaları, sicim sicim insanların üzerine yağdırmaktaydı.
Şimdi tekrara verip her şeyi, sayısal bir fiyat pahasını yok etmeye çalıştığım gibi; ölüm kelimesinin öncesindeki sayısal olguları, o zayıf parmak ve kısa tırnaklarımla yok edebilecek miydim?
Kendimi, bir tutunabilme gayreti içerisine sokup, bundan bir sonuç çıkartabilecek miydim?
Mükâfata erdirebilecek miydim, kendimi?
Hayır!
Artık bende bir tutunamayanım öyleyse, beceriksiz bir hayvan ve korkağım üstelik. İnsan boyunda ve ilk bakışta insan sayılanlardanım. Parmaklarım zayıf ve tırnaklarım kısa, dik yokuşa tutunamayacak kadar çelimsiz ve çıktığım kadarını yuvarlanarak düşenim. Sakallarımı tüyden saymayın sakın… Düşerim öylece ve alabildiğine tutarsızdır adım.
Biliyorum, düştüğüm yer susuz bir kuyu. Yinede haykırmak istiyorum!
Mesuliyetin hangi noktasındadır insan?
Tutunabildiklerinin, tutunamadıklarına oranı nedir?
 Bir hiçlik midir, sonuçların varsayımı?
 Birileri çıkıp diyebilir; Buda dünyalık ve bitecektir bir yerde…
Telaşım bu değil ki!
Telaşım; Ne Âdem’in içinde yaşadığı halde cennete tutunamayışı, ne Nuh’un tufana gark olan evladına uzanamayışı, nede İbrahim’in İsmail’ine kör bıçak dayaması değildir. Başlanmamış ve başlansa da yarım bırakılmışlığın boynuna asılacak kirlenmişliğin geleceğe kalacak olması…

Evlatlarımız çıkıp bizim için de özür dileyecek (mi?) Ve onlar için, onların evlatları? 

yakup
(2008)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder