İçimizden ve dilimizden de ötede bizim için dökülen kelimeler vardır. Duyulup görünmeyi, görünüp bilinmeyi bekleyen… Dilden cesaret bulup kaleme düşen ve kâğıda uzanan kelimelerdir bunlar. Kimisi doğduğumuz evin odasına girer, sokaklarında yürür, okulunda büyür, caddelerinde haykırır şehrin ve dağlarındaki çiçekleri koklar ayrıca… Kimileri ise şehir şehir, ülke ülke dolaşıp yurtlar edinir kendisine; uzak diyarların kızıl gün batımlarını, umuda biçare şafaklarını anlatır. Tüm bunlar hakikat ırmağından içilen şaraptır bizim için ve uzak lafların yakınlığı…
Bizi buraya iten ise; ilk “kimi” cümlesi içerisindeki lafızların temaşasına vurgu yapmak, güneşe yenilmiş bir mum ışığının zayıflığıyla da olsa arayışa çıkmaktır. Bu yolculukta –bilgiye- muhtaç biride çıkabilir karşımıza, o bilgiyi hikâye eden bir meddahta; yâda hikâyeyi mısralaştıran bir şair…
***
Tüm bunlar içerisinde birde o –bilgiyi- hikâyeye ve hikâyeden mısralara döküşün arifesinde kendini kendine taraf koymakta vardır. Bu çağrışım kişinin kendinden cayıp kaçması değildir. Çelmelere takılacak tüm doğu ezoterizmlerinden yeni bir “ben” kurmanın çabasıdır. Bildiklerini, cüzam anıları, acıya gebe sancıları ve yetim çocuk ağlayışlarını unutturmaktır bir yanına. Ve bir yanına anne indindeki tılsımı taşıtmak… Bu noktada verilmiş haklardan gururu bir kenara bırakabilmeli, anlamalı başkasında kendi olanı ve anlatabilmeli kendi içindeki başka aidiyetleri.
…ve tüm bu söz dizimlerinin geldiği noktada anlatılmak istenen ise; kendi içimizde var edilen bir “yabancılıkta” sağlıklı bir asıl aramak yolculuğu!
İşte bu resme bizi Metin Kaygalak götürüyor;
“dişlerimi çürüttüm. baktım beni
bekleyen cesetlere. okuduğum
en son mezmurla yabancı kıldım
sesimi; siyah ve kırılgan topraklardan
yorgun atlarıyla dönen dervişlere.
terk ettiğim şehirler, kırgın coğrafya
fotoğrafları, bakışımı bıraktığım
mutsuz çocuk resimleri.. geçemem
bu katran dilsizliğimi. unutma dedim
bir yabancı gibi, bir yabancıya el edip:
döneceğim,
ah, tunçtan kelimelerle bilmezlere.”
Kaygalak için kendini kendine taraf koymak kolay bir şey değildir elbette; Daha okul sıralarında Metin Altıok gibi bir hocayı kızdırmayı başarmalı, bir kuyunun içine atmalı kendini. Siyaleyl mısralarda kaybolmalı ayrıca… Sonra yeşertmeli ışığı, suya dualar okuyup suretler çizmeli yüzüne ve bir heybe edinip yolculuğa çıkmalı. Dostlar edinmeli ve bir nar ağacının dibinde anlatmalı derdini. “Kırğ” yerine “kırk” diyebilmek için bir caddeyi kırk defa aşındırmalı ve bir yabancı gibi bir yabancıya el edip dönebilmeli sonunda, heybe içine doldurulmuş tunçtan kelimelerle bilmezlere…
yakup
_______________________
Kimdir Metin KAYGALAK;
1968’de Bingöl’de doğdu. (1990) Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ni bitirdi. İlk şiiri (Ronya) Güneş Gazetesi Genç Şairler Şiir Antolojisi’nde (1987) yayımlandı. Bunu; Ayrım, Biçem, Yazıt, Promete, Poetik’us, Yine Hişt, Defter, Ludingirra, E, Hayvan, Yasak Meyve, Üç Nokta, Son Kişot, Kaçak Yayın, Heves, Sonra Edebiyat dergileri ve Ö.Gündem, Cumhuriyet Gazetesi, Milliyet Sanat, Radikal İki izledi. Ayrıca ilk kitabı Yüzümdeki Kuyu, şair Çiyayî tarafından Bîra Ruyĕ Min (2005) adıyla Kürtçeye çevrildi. 2006 yılında yayımlanan Ortodoks Oğlanlar İçin Fücur isimli kitabı aynı yıl en iyi ilk 10 kitap listesinde gösterildi.
Yazarın Eserleri;
Yüzümdeki Kuyu (avesta yayınları, 1998)
Suya Okunan Dua (avesta yayınları, 2000)
Nar Defterleri (avesta yayınları, 2006)
Ortodoks Oğlanlar için Fücur (avesta yayınları, 2006)