Şimdi oturup bir çırpıda “bir şeyler” yazmalı. Sonra “bir şeyler” bir –şeyleri- döllemeli. Gün aşırı, çıplak çocuk ağlayışlarına, yeni yeni müjdeler eklenmeli. Yalanda olsa kelimeler kelimelere sarılmalı, sevişmeli hatta ve doyumsuz; uyumalı sonra. Aynı rüyaları görüp, uyandıklarında başka başka cümlelerle birbirlerine anlatmalı… Heyecanla…
Bunu istemek çok şey midir? Şımarıklık mıdır? Ya da o şımarıklığın, insanda yarattığı ironileşmiş çekimserlikle ve -nedenlerle- yüzgöz olmama gayretimidir? Elbette, varılacak nokta bir şeydir! Ki “o” denenlerin, her şey olamayabileceği gerçeğine yakınlığı kadar bir şey… Bu benzerlik korkunç bir frekansı ortaya çıkartıyor. Tıpkı İhsan Oktay Anar’ın Suskunlarındaki (biraz Davut, biraz Eflatun harici) manzaralarla, Virginia Wolf’ün Londra Manzaraları arasındaki benzerlikler kadar… Hangisinin daha fazla olduğu ya da daha az olabileceği düşüncesine varmak, bizi, bu benzerliğe, Davut ve Eflatun’u da katabilme kapısına vardırır…
Şimdi oturup bir çırpıda “bir şeyler” yazmalı. Sonra “bir şeyler” bir –şeyleri- döllemeli. Gün aşırı, çıplak çocuk ağlayışlarına, yeni yeni müjdeler eklenmeli. Yalanda olsa, kelimeler kelimelere sarılmalı, sevişmeli hatta ve doyumsuz, uyumalı sonra, aynı rüyaları görüp, uyandıklarında başka başka cümlelerle birbirlerine anlatmalı, heyecanla…
Şimdi toprağa bir tohum ekmeli, kimsesizliğini ortadan kaldırmalı,
…ve filizlenecek olanın adını aşk koymalı.
yakup
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder